26 Kasım 2011 Cumartesi

tebessüm


Güneş, önünde uzanan çakıllı yol ve gözlerini kısmasına neden olan rüzgardan başka yoldaşı yoktu, taşlı yolda ayaklarını sürüklerken. Zirveye ulaşmasına az kalmıştı ancak Azad nefes nefese kalmış bedenini dinlendirmeden bir adım daha atmamaya karar verdi. Yolun kenarındaki çimlere oturup sağ cebinden sigarasını çıkardı, rüzgarı arkasına alıp büyük bir gayretle sigarayı tutuşturup tüttürmeye başladı. İlk nefesi verdiğinde içinden çıkan dumanı göremedi bile, rüzgar uzak diyarlara götürmüştü çıkan dumanı. Dudaklarında buruk bir tebessüm vardı, ağzının kenarına yerleştirdi sigarasını, eğilip yerden bir avuç toprak aldı ve bir elinden diğerine dökmeye başladı toprağı. Nefes alışverişi düzene girdiğinde tekrar yola koyuldu: zirveye çıkacak, oradan köyü seyredecek ve rüzgara karşı kollarını açıp yüzünü de arkaya atacaktı. Sıkıntılı, dertli olduğu zamanlarda hep bu zirveye gelir ve zihnini boşaltmaya çalışır, doğru kararlar, doğru fikirler edinmeye çalışırdı.
Yaşama amacı denilen konuda sıkıntıları vardı, neden yaşardı ki insan. Hayatın keşmekeşine, anlamsızlığına narkoz vermek niyetiyle severdi insan; çünkü sevdiğinde bütün bu düşünmesi gereken şeylerden uzaklaşır, dinginleşir ve uyuşurdu. Bu uyuşukluğun ta kendisiydi, insana hayatı çekilir kılan. Ama ya bilmeden yaşamak, anlamadan sadece hissederek yaşamak! Bu muydu olması gereken. Bir türlü karar veremiyordu hangi noktada durması gerektiğine. Azadı n ismi Azad idi sadece, kendisi insanlara ve kitaplara köleydi, özgürleşememiş ve bunu hiçbir zaman başaramayacağını da idrak etmişti, bu yüzden acı çekiyor bu yüzden sızlanıyordu.
Zirveden aşağı inmeye koyuldu, ana yolda çıktığında yanında duran minibüse bindi köye kadar yürüyemezdi bu yorgunlukla, köyde Mıstık diye çağırılan daha yeni büyümeye yüz tutmuş bir çaylaktı minibüsü kullanan. Az biraz ilerlemişlerdi ki bir kadın kafilesinin yanında durdular tekrardan. “ağabey bunlar akraba onları da alayım dedi” Mıstık. Azad en arka koltuğa gömülmüş otobüsün camından dışarıdaki kadınlara bakıyordu. Bir tanesi 20 yaşlarında genç ve güzel bir kızdı, bir saniyeliğine göz göze geldiler, Azad hemen başını çevirdi. Önce hayır binmeyelim diyen topluluğa kız hükmetmeye başladı: “hadi binelim! , hadi binelim!” Minibüse bindiklerinde Azad kendi köşesinde kaybolmaya, yok olmaya çalışıyordu, kız binerken arkaya dönüp bakmadı ama onun hareketlerinden kendisine bakmaya çalıştığını anlamıştı. Hafif bir tebessüm etti Azad. “Hey gidi hayat sen böyle işveli ve nazlısın işte” diye geçirdi içinden. Beş dakika sonra kadınlar minibüsten inmek için müsaade istediler, kız inerken arkaya dönüp bakmak için çok zorladı kendini; ama cesaret edemedi. Azad yandan baktığı kızın dudaklarında bir tebessüm gördü, ufak bir tebessüm. İndiler ve yollarına devam ettiler. “Bazen bir bakış görünmeyen gözlerde değil dudaklarda da gizlenir” dedi Azad. Köye geldiklerinde usul usul minibüsten inip Mıstık’a da teşekkür ettikten sonra eve girdi ve eline bir kitap alıp koltuğuna uzandı.
27.09.2011
Şevket Bıdı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder