27 Kasım 2011 Pazar

orhan pamuk'a dair


bundan bir yıl kadar öncesinde bir dostumun muhalefetiyle orhan pamuk okumaya karar vermiştim.

benim için pamuk fırsatçı popülist vs vs vs'nin tekiydi. şu an bu adama karşı hissedilen ne kadar negatif his varsa alayı bende bir aradaydı; yani öyle berbat öyle vatan haini öyle düşük edebiyatı olan, ayrıca böyle güldüğünde elinde nobeli tuttuğunda öylesine itici bir havaya bürünürdü ki bu adam benim için... bazan tarif bile edemiyorum nasıl nefret ettiğimi. abartmıyorum bi hayli milliyetçiydim ve bu adam da vatan haini filandı bana göre.
sonra bi dostumla pamuk üzerinden muhalefete başladık, ikna etti beni, haklıydı, çünkü okumadan etmeden bir insanın edebi yönüne dair laf edemezdim, yakışmıyordu da zati.

kütüphaneye gittim ilk beyaz kale yi aldım elime, fena kitap değildi, ama nobel aldıracak kadar değil, kitabı okurken de halen siyasi görüşlerini de hesaba katıyorum, içimdeki nefret olduğu gibi duruyor, ama okumaya devam ediyorum...

sonra cevdet bey ve oğulları nı okudum, pamuk un acemilik döneminde kaleme aldığı bir esermiş; sevemedim, iyi hoştu ama yeterince derin değildi. geniş yelpazeli bir okuma havuzum vardı bu sebepten beni etkilemesi için çarpıcı bir şeyler, derin bir üslup, etkileyici gerçekler olmalıydı bir kitapta.

yine devam ettim yeni hayat ı aldım bu defa, bak işte sanki bu sefer oluyor gibi. bir sisin ardından olayları takip ederken bir yandan da ortaya konan metaforları çözmeye çalışıyordum, aynı zamanda romandaki orhan kemal havasının tadını çıkarıyordum. kitap bitti, önce yılgınlıkla hayır çok sevmedim dedim, ancak devamında kendime şunu itiraf ettim; sevdim, cidden sevdim.

benim adım kırmızı yı okurken biraz ağzım açık kalmıştı, bu ne bee, bu nasıl bir işçilik demekten kendimi alamadım, bir kaç gün sürdü bitirmem, ama bitmesin diye usul usul okuduğumu inkar edemem. haddi zatında en şeker romanı buydu benim için.

sonra masumiyet müzesi , okuduğum en tatlı en keyifli en şeker aşk romanlarından birisi, belki de en iyisi. alıp götürüyordu zaten. bu arada içimdeki pamuk düşmanlığı bir hayli sönmüştü çünkü bu adam edebiyat yapıyordu! ve bu işi gerçekten iyi beceriyordu.

akabinde kara kitap allah'ım işte olay budur dedirten romanı buydu, kendimi görmüş, kendimden ziyade benim gibi insanların: yazmaya okumaya mecbur hisseden, onlar olmadan yapamayan bi yanları eksik kalanların anlatıldığını gördüm. basit alelade bir hikaye belki, ama o tasvirler; o zihin tasvirleri... sanki spor bir arabanın pistte şov yapmasını izlemek gibiydi bazı bölümlerini okumak ve araya serpiştirilen düşünce dehlizleri, boğulmaya gerek yok, gir içine kulaç at, keyfine bak, olay budur be! diye haykır.

bu noktaya ulaştığımda benim için pamuk tamamdı. nobellik bir edebiyatçıydı, vatan hainiymiş, bilmem ermenilere bişi demiş, satmak için popülist olmaya karar vermiş vs vs diye şeyleri hatırlamakta bile zorlanmaya başlamıştım. sonra bi baktım zihnim pamuk romanı arıyor, olsa da okusak gibilerinden.

pek de kitabı kalmamıştı geriye kar ı buldum, keyifle aşkla şevkle okudum, içerisinde siyasi oluşumlar, giydirmeler, tarafsız beyanlar ve onlarca mevzu vardı, ama ben romanın tadını çıkarıyordum sadece, sadece roman...

son olarak sessiz ev i okudum. ikinci romanıymış, ilginç bir yapısı vardı muhakkak, ama pamuk u zorlanmadan bu romanın içinde de buldum ve keyifle okudum diyebilirim.

şöyle bitirelim... ben anladım ki önyargı bu toplumun temel direkleri ve asıl önemli olan bu önyargıları kırabilecek cesarete sahip olmak.
ve evet pamuk dünya çapında bir yazar ve aldığı her ödülü hak ediyor. türkiyenin iftihar edebileceği nadir yazarlardan birisidir.
18.10.2011 Şevket Bıdı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder