27 Kasım 2011 Pazar

İstanbul'un naz ettiği zamanlardan...





Gözlerimi sürmeledim: güneşin batarken toprağı aşındırıp göğe fırlattığı kızıl toprakla... Ömür batıyordu, ardındaki kırmızı güzellikle.
Kırmızı demişken benim adım kırmızı değil: benim adım mavi, benim adım genç: ben mavi gencim. Çocukların dokunmak istediği bebelerin gülümsediği o görünmez mavi genç benim.
Kimi zaman üzerime mavi pelerinimi çeker gökyüzünde uçarım, beni kimselerin göremeyeceği tenha yerlerde, gökyüzünün derinliklerinde. Görürseler, namı meşhur olursam, olmaz... uçma kabiliyetim elimden alınır, gizlice sessiz sakin uçmalıyım.
Beyaz bulutların üzerine sinen kızıllık, beyaz bir atın tüyleri alev alıyormuşçasına... acı ve keyif bir arada. Ruhlara doğan bir kızıllık..
İşte istanbulun bütün modernliğine rağmen altımızda araba boğaz köprüsüne doğru yol alırken içimden, gözümden ve gönlümden geçenler... aklımda tek soru ben daha ne kadar uçacağım..
İnsanlar telaşlı insanlar mağrur insanlar heyecanlı... onlarca insan var arabalarında: düşünen, okuyan, seyreden, konuşan... onlar dışarıyı özümserken ben kendimi, ben ruhumu, ben hayallerimi özümsüyorum.
Şevket Bıdı

Fotoğraf: Şule C. Photographer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder