Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

2011'i birlikte geçirdiğim kitaplar

1 Swann'ın bir aşkı Marcel Proust Proust'u tanımayan kalmamalı, okuyom ben yaa diyen herkesi bekleriz. 2 Aşkın suçları Marquis de Sade Sadizm kelimesi kökünü bu adamın soy isminden alıyor, o kadar manyak o kadar yavşak ve o kadar da ahlaksız bir insan. 3 Dünyanın bütün sabahları Pascal Quignard Pascal'ın  felsefeyle olayları bir araya getirip harmanlaması ciddiye alınmalı hatta on liraya kıyılıp bu kitap da gidilip sahaflardan alınmalı 4 Umami Nuarıklı Üniden bir hocam vermişti yazarı arkadaşıymış, keyiflik bir şey, siz okumayın. 5 Godot'yu beklerken Samuel Becket Ooo sembolizm, Godot candır canandır her şeydir. Ölmeden önce okuyun efendim. 6 Eylembilim Oğuz Atay Üniversite olayları, polisler kafa kırmalar ölümler, olaylar olaylar 7 Ruh adam Nihal atsız Mutlak seveceksin... Atsız ın psikolojik analizler konusunda doktora yapmaya çalıştığı eseri, çok başarılı değil ama yine de güzel, okunabilir. 8 Matmazel Noraliya'nın koltuğu Peyami Safa Peyam...

"Soykırım" "Boykot"

Fransız Mallarını Boykot ve Fransanın şu son yaptırımları konusunda "yazmadan edemedim" kalıbına sığınarak bir kaç kelam etmek isterim. Bir arkadaşımın da belirttiği gibi Türkiye'de 301 kalksın diye yaygara koparanların Fransa'da soykırım kabul edilsin diye destekte bulunmalarına ben ne diyeyim hiç bilemedim. 301 kalksın fikirlere özgürlük peki tamam, e şu an hapiste yatan o kadar fikir suçlusu var ki, eylem aksiyon değil cidden düşünce suçundan içeride yatan zevatlar halen mevcut. Sadece bu açıdan bile bir hayli girift bir mesele... Umarım bu tezatlık bahsinde hemfikirizdir. Yazarların, Orhan Pamuk gibi, sözlerinin delil olarak kullanılması, ispatlama çabalarına bunların duhul edilmesi de ayrıca rahatsızlık verici. Baba ve Piç'te de Elif Şafak'ın bu konuya değindiğini okumuştuk ve evet soykırım oldu imalarını da anlamıştık. E hadi yazarların derdi popülistlik olsun. Soykırım... Soykırım yahu adı üstünde, soyu kırmış olsaydık (ki arada bazı meselel...

Hakkımda 7 Gerçek.

Daha önce hiç mimlenmemiştim. Beni buna dahil eden  kadim dostum (O.Ali) Edebi Tutku 'ya selam ederim. Benimle birlikte kıymetli hemşerim Ayşen Ilgın ve diğer görüşdaşlardan Gölgeli Yol u da meseleye dahil etmesi neticesinde bana mimleyecek kimseyi bırakmadığı için de kendisini kınıyorum (şiddetle) Hakkımda 7 gerçek deyince aklım direk seven filmine gitti. Çok derin ayrıntılar olmasa da bir kaç ufak sırrı burada açıklayayım:  1) Böyle rakamlar işin içine girince gerildim sanırım az biraz, hem bi sınırlandırma filan söz konusu gibi geldi bana, yanılıyorum değil mi? Tabi ki... Burçlara itimadım yoktur; ama insanlar itimat ettiği için bizim burçlarımız uyuşmuyor diyenlerden uzak durmuş, onları kendimden uzaklaştırmışımdır. Çünkü eninde sonunda bilinçaltına bu olumsuz düşünceyi nakşeden bu şahısların bir fırsatını bulup zaten çekip gidecekleri aşikardır.  2)Mikro milliyetçiyim, bir insanın Alucralı olduğunu duyduğumda hakkında başka hiç bir şey bilmesem dahi o ar...

İnsanlık Öldü...

Nihayet insanlık öldü. Haber aldığımıza göre,uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık,dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre,’yahu insanlık öldü mü?’ diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. Bu nedenle gazetelerinde,’insanlık öldü mü?’ ya da ‘insanlık ölür mü?’ biçiminde büyük başlıklar yayımlamakta yetinmişlerdir. Fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar,telgraflar yağmıştır;herkes,insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir. Bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da,yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. Evet,insanlık artık aramızda yok. İnsanlıktan uzun süredir ümidini kesenler,ya da hayatlarında insanlığın hiç farkında olmayanlar bu haberi yadırgamamışlardır. Fakat,insanlık aleminin bu büyük kaybı,birçok yürekte derin yaralar açmış ve onları ürkütücü bir karanlığa sürüklemiştir;o kadar ki,bazıları artık insanlık olmadığına göre bir alemden d...

Körlük- José Saramago

José Saramago... İsmini ilk kez, akşamın bir vakti Kadıköy Alkım kitabevinde Semih'le dolaşırken duydum. Abi körlük ve görmek diye iki kitap var, görürsen haber ver! Kim ki bu kitapların yazarı? José Saramago abi, çok güzel yazıyor farklı bir üslubu var! Hadi ya bak merak ettim, hadi bulalım şu kitapları o zaman. Hızlı bir taramadan sonra körlük ve görmek isimli kitapları buldum, elime alıp incelemeye koyuldum, Semih heyecandan yerinde duramıyor tabi, ama ben henüz yazarı bile tanımadığım için pek tepki vermiyorum. Kitaplar el değiştirdi, şimdi Semih inceliyor. Peki tamam ben de okurum bunları Semih. Alacak mısın şimdi abi? Yok ya şimdi alamam Peyami Safa'ya verdim paramı, ama şu körlük'ü okurum yakın zamanda... demiştim. Nasip oldu işte körlük elime geçti ve okudum. Kitaptan pek bahsetmiyorum farkındayım, peki siz şu an José'nin üslubunu kullandığımın farkında mısınız? Sadece nokta ve virgülden oluşan cümleler... Konuşmalar dahil, her şey başlı başına küçük bir devr...

ve ben şimdi kütüphanesiz bir adamım

Evdeki kitap raflarımızdan farklı bir kisveye bürünen Kütüphanenin bendeki öyküsü... Kütüphane kültürüm 12-13 yaşlarıma dayanır. Orta ikiye gidiyordum o sıralarda, okulun en alt katta büyükçe bir kütüphanesi vardı, duymuş, işitmiş; ama hiç gitmemiş idim. Okumayı severdim, ancak kütüphaneye girmek demek: daha önce tanımadığım bilmediğim bir mekana girip orada hiç yabancı değilmiş numarası yaparak dolanmak, mümkünse insanlara da tebessüm edebilmek anlamına geliyordu. En azından benim için, hem çocuktum hemde bazı psikolojik sorunlarım vardı. Tabi kimin yoktu ki, hepimizin çocukluğunda bir kedi kesmişliği vardır... Hasılı bir türlü cesaretimi toparlayıp giremiyordum oraya, aynı şekilde liseye giderken de ilk sene kantinden bir şey alıp yiyememiştim, ikinci üçüncü yıllarımda kantinden bir şeyler alıp yiyebilme alışkanlığını kazanabilmiştim. Yine bir gün en alt katta dolanırken kütüphanenin kapısını açık gördüm, kapıyı öyle açık görmemle içeri bir anda "düşünmeden, hesap kitap yapm...

albert camus veba

Camus'nün "yabancı" sı bilinir, o konuşulur hep. Ama Veba vardır esasında Camus'nün toplum psikolojisini ustalıkla kaleme aldığı. Camus, felsefeleri edebiyatlaştırabilen o büyük ustalardandır, ufku geniş muztariplerdendir. Kitabı edinip okuyunuz, üzerine pek bir şey söylemek istemiyorum; çünkü ayrı bir inceleme yazısı kaleme almak icap eder. Albert Camus nün Veba'sını gece bitiremeyince yarım bırakıp uyumuştum, rüyama giren tek kitaptır, rüyanın ertesinde kalemime dökülen satırları paylaşıyorum sadece. Hafızası kuvvetli olmasına rağmen ikide bir elindeki bilete bakıp otobüs numarasını kontrol ediyordu, 18 numaralı koltukta seyahat edecekti. Bir yandan yürüyüp diğer yandan elindeki bilete bakarak otobüslerin arasından Çukurova yazılı olanı bulmuştu sonunda. Sırtındaki çanta gittikçe ağırlaşmaya başlamıştı. Muavine bileti gösterip otobüse bindi. Çantasını, oturduğu koltuğun üstüne özenle yerleştirdi. Kulaklığını çıkarıp muavinden bir bardak su istedi.Suyunu içerken ...

Bir fotoğrafın öyküsü

Dünya güneşten kopmuş sonra hayat bulmuş derler, eğer hep güneşin bir parçası olsaydı ne dünya olurdu ne de bizler… Ben de insanlardan koptum, kaçtım ve kendime sığındım; belki de sen olursun ya da sen olasın diye koptum. Yine seni Beyazıt tramvaylarına terk etmiş, ayaklarımı sürüyerek yürüyorum, nereye gittiğimi bilmeden. Kendimi bilmezliğimden olsa gerek yürümeye devam ederken birkaç kere de insanlara çarptım, hiç seslerini çıkarmadılar, başımı kaldırıp bakmamıştım yüzlerine ya da arkamı dönüp omuzlarına… Bir zaman sonra sahaflarda buldum kendimi, elimde de bir kitap çoktan sayfalarını açmış okumaya başlamışım, arada yüzüme yaklaştırıyorum kitabı, yılların kokusunu içime çekmek için. Sırf kokusu için aldığım kitaplar var benim, onların hikâyesi kokularındadır, sayfalarında değil. “Sanırım bir elli yıllık vardır bu kitap” diye düşünüyorum. Biraz eskice, biraz değil bir hayli eskice bir kabı var, yaşlanmış, sayfaları buruşmuş, kapağı küçülmüş, yazıları silinmiş birçok yerinde; ama h...

bölünme

Gözlerimi açtığımda gözüme çarpan ilk şey tavandaki örümcek ağı oldu yine, varlığına alışmıştım. İlk günkü gibi: ‘üstümü giyer giymez süpürgeyle alayım şunu’ diye düşünmedim. Güneş ilk ışıklarını uzunlamasına daldırmıştı penceremden içeriye. Gözlerimi kısarak dışarıya baktım: her şey aynıydı, dün akşam yediğim çekirdeklerin kabukları hariç:‘bahçeye inip temizlemeli.’ Yüzüm suyla buluşmaktan korkuyordu, gözlerim biraz daha kapalı kalmak istiyordu ama Alucra’nın insan kesen soğuğu, yataktan çıktıktan sonra son ümitlerinin de belini kırdı. İki dakika içerisinde vücudumdaki enerji titreşimleri hissedilebilir seviyeye ulaşmıştı. Saat yedi… Elimi yüzümü yıkadım, soğuk su ellerimi uyuşturmuştu yine, ama seviyordum yerimde zıplayarak soğuk suyla kurduğum münasebeti. Kahvaltı hazırlanıyordu, yürüyüş için vaktim vardı, ayakkabıları giyip zıplayarak indim merdivenlerden. Güneşle bilek güreşi yapıyordum sanki. Ben başımı kaldırmaya çalıştıkça zorla boynumu büküyordu. O kadar acıyordu ki gözlerim… ...

tut ki düşündüm! /2/

Ah gelmedi geri görüyor musun! Oysa devamını merak etti sanmıştım.. Neyse Haydar sana anlatayım mı ister misin dinlemek, ne dedin anlamıyorum! Cik cik mi.. karnın mı acıktı ?su mu istiyorsun.. hay bin şu kuşlar anlaması ne zor.. Neyse bak dinle, şimdi dinlemene ihtiyacım var mümkünse gözlerime bak arada cıvılda kanat çırp heyecanlan bazı yerlerinde olur mu.. Aferin bak nasılda anladın.. O çocuk sigara uzattı demiştim.. neyse neyse şurdan alayım,İstanbul hukuk kapısının oraya doğru amaçsız bir şekilde yürümeye başladık.. arada sigarasından bir fırt alıyor gözlerime bakıyor sonra tekrar sigarayı içine çekmeye devam ediyordu.. Ben de dudaklarımdaki sigarayı saat 10 yönünde çeviriyordum, tombalacılara benziyordum dudağında yamuk ve yanmamış sigarayla.. kulağımın arkasına mı koysam diye düşündüm bi an. Sonra vazgeçtim ağzımda ıslatmaya devam ettim.. dudak tiryakiliği bu olsa gerekti ha-ha. Solunda yürüyordum, sağ kolumdan tutup çekti bir anda beni “-gel bu tarafa gidelim” neden diye soracak...

tut ki düşündüm! /1/

Hayır bayım! Söylediğiniz gibi olmuyor. İnsan, ruhunu kontrol edemiyor.. Ruhunu da geçtim insan kendi hayatını bile kontrol edemiyor.. 6 milyar insan var diyelim.. bu büyük topluluğun tek farkı parmak uçlarında.. yemek aramak sorular sormak doğmak doğurmak büyümek ölmek geri kalan her şey tamamen aynı.. Ve bittabi insanın en büyük savaşı nefsiyle olan savaşı değil mi.. Nefs mücadelesini ben Aşk a bağlıyorum dostum! İnsanlar aşka direniyor aşkı konuşuyor aşktan kaçıyor ya da aşka kaçıyor.. her şeyin önünde arkasında sağında solunda mutlaka bir aşk var.. o zaman bizim nefsimizle olan savaşımız aslında aşkla olan savaşımız.. ben mi? Tabi ki savaştım, net bir şey söylemem zor kazandım mı kaybettim mi bunu merak ediyorsun.. Ne zaman malup ne zaman galip olduğumu bilmeden nasıl cevap verebilirim ki.. Aşktan kaçabildiğimde mi kazanacağım dersin yoksa Aşka kaçabildiğimde mi.. ben kaçmayı tercih ettim kaçtıkça kovaladı kovaladıkça koştum.. kimi zamanlar çeşmelerin kenarında çobanlarla muhabbet ...

İstanbul'un naz ettiği zamanlardan...

Gözlerimi sürmeledim: güneşin batarken toprağı aşındırıp göğe fırlattığı kızıl toprakla... Ömür batıyordu, ardındaki kırmızı güzellikle. Kırmızı demişken benim adım kırmızı değil: benim adım mavi, benim adım genç: ben mavi gencim. Çocukların dokunmak istediği bebelerin gülümsediği o görünmez mavi genç benim. Kimi zaman üzerime mavi pelerinimi çeker gökyüzünde uçarım, beni kimselerin göremeyeceği tenha yerlerde, gökyüzünün derinliklerinde. Görürseler, namı meşhur olursam, olmaz... uçma kabiliyetim elimden alınır, gizlice sessiz sakin uçmalıyım. Beyaz bulutların üzerine sinen kızıllık, beyaz bir atın tüyleri alev alıyormuşçasına... acı ve keyif bir arada. Ruhlara doğan bir kızıllık.. İşte istanbulun bütün modernliğine rağmen altımızda araba boğaz köprüsüne doğru yol alırken içimden, gözümden ve gönlümden geçenler... aklımda tek soru ben daha ne kadar uçacağım.. İnsanlar telaşlı insanlar mağrur insanlar heyecanlı... onlarca insan var arabalarında: düşünen, okuyan, seyreden, konuşan... onl...

22122010

Karışıklık içinde kıvranan bir kalem gördüm, etrafına silgiler toplanmıştı.Bir işi yapmak zorundayken, yapmayıp kendi istediğimiz bir şeyi yapmak nasıl bir olay.Bu satırlarım fevkalade gürültülü bir ortamda dikkat dağıtıcı ve/veya çekici bir konu anlatılırken kaleme alınmıştır. Bir nev-i düşünmeden-yazma/düşüncesiz yazı stili/atmasyon deneyimidir.Her neyse işte, kalem kıvranmaya devam ediyordu, uçlarını kırıyor başındaki silgiyi kağıtlara sürtüyordu. Etrafta bir şey görmeye çalışıp da görememek, kendini kağıtlara bürüyüp silgilerle parçalamak isteyen bu dev adama, bir hayalet musallat olmuş. Git gör ki her nasılsa zeki olan bu cüceyi saran metakimya karışımlar onun betini benzini uçurmuş ve hava boşluğuna düşürmüş.Mahallenin imamına haber vermesi için beş yaşında çivi oynayan bir çocuğa iki şeker verip kandıran şair bu cüce mi dev mi olduğunu henüz anlayamadığı arkadaşına yardım etmek için tutuşuyordu derken kıvılcımlar eşyalara da sıçradı ve tüm cânım mobilya yandı bitti kül oldu gitt...

Hiç,Hep,Bir

Güneşe direnebilen bir seni gördüm, ışınların içinden geçerdi bakışların ya da gözlerinde toplardın güneşi, bakamazdım kamaşırdım. Kimi zaman ağlardım, sorduğunda; “sen kaçtın!” derdim. Çenemden tutardın sol elinle, var gücünle destek olurdun bana ama başım hep eğik kalırdı kaldıramazdım. Sonra sen de başını eğerdin, alnını omzuma kor yine sol elinle yanağımı okşardın. Nefesin ruh gibiydi sen soludukça, ben hissettikçe: canlanırdım, yaşardım. Şevket derdin ama edemezdim, Azad’sın derdin hayır senin kölenim derdim, İsmail derdin, sana kurban derdim, Abdulkerim derdin, susardım, sarılırdın. Gözlerimi açardım, puslu bir görüntü sonra arşıma diz çökmüş siluetini hissederdim. Omzumdaydın, yanağımda ve ruhumda. Sonra görmeye başladım sol elini ve dizlerini, ama puslu ve tuzlu, bilmem kaç zaman böyle durduk.. Sağ elimi kaldırdım ve yanağımdaki elini tuttum, başını omzumdan çektin ve usul usul gözlerinle gözlerimi aradın.. Gözlerin gözlerime değdiğinde ben “hep”tim ya da “hiç” zaten “bir” değ...

orhan pamuk'a dair

bundan bir yıl kadar öncesinde bir dostumun muhalefetiyle orhan pamuk okumaya karar vermiştim. benim için pamuk fırsatçı popülist vs vs vs'nin tekiydi. şu an bu adama karşı hissedilen ne kadar negatif his varsa alayı bende bir aradaydı; yani öyle berbat öyle vatan haini öyle düşük edebiyatı olan, ayrıca böyle güldüğünde elinde nobeli tuttuğunda öylesine itici bir havaya bürünürdü ki bu adam benim için... bazan tarif bile edemiyorum nasıl nefret ettiğimi. abartmıyorum bi hayli milliyetçiydim ve bu adam da vatan haini filandı bana göre. sonra bi dostumla pamuk üzerinden muhalefete başladık, ikna etti beni, haklıydı, çünkü okumadan etmeden bir insanın edebi yönüne dair laf edemezdim, yakışmıyordu da zati. kütüphaneye gittim ilk beyaz kale yi aldım elime, fena kitap değildi, ama nobel aldıracak kadar değil, kitabı okurken de halen siyasi görüşlerini de hesaba katıyorum, içimdeki nefret olduğu gibi duruyor, ama okumaya devam ediyorum... sonra cevdet bey ve oğulları nı okudum, pamuk u...

cemile

daniyar'a o gece ne olmuştu, bilmiyorum derin, ince bir hüzün vardı sesinde, bir yalnızlık vardı; gözlerimiz yaşlarla doldu. cemile bir eliyle daniyar'ın arabasının kenarına sımsıkı tutunmuş, başı önünde, yürüyordu. daniyar'ın sesi yeniden yükselince başını kaldırdı, arabaya atlayıp yanına oturdu onun. kollarını göğsünde kavuşturup heykel kesildi. ben de arabanın yanında yürümekteydim, onları daha iyi görebilmek için adımlarımı açtım. daniyar, cemile'nin farkında bile değildi, türküsüne devam ediyordu. cemile, kollarını iki yanına indirdi, daniyar'a sokulup başını omuzuna dayadı onun. kırbacı yiyen bir at nasıl hızlanırsa, daniyar da birdenbire öyle coştu sesi titriyordu, ama eskisinden de gürdü. bir sevda türküsü söylüyordu! donakalmıştım. bütün bozkır çiçek açmış gibiydi, kıpırdandı, karanlığı attı üstünden, uzayıp giden enginliğinde iki sevdalı gördüm. onlar görmediler beni, ben yoktum. yanlarında yürüyordum oysa; ikisi de dünyada ne varsa unutmuşlardı, sadece tü...

kedicikler...

Malum mart ayını geride bıraktık.. kapıya musallat olan bir kaç kedimiz vardı geriye sadece minnoş kaldı, 8-10 yaşlarındaki bacılarımın taktığı lakabıyla.. bu minnoşun 4 tane fare kadar bebesi vardı, akşama kadar dilenciler gibi cama yapışır kapıyı tırmalar /hayır yemek vermiyor da değiliz bacılarım ne varsa taşıyor zaten/ miyavlar evin içine girer üst katlara çıkar /piskedi/ hatta bi ara içeri girmiş, kitap okumaya dalan bana tip tip bakıyorken yakaladım! sen tut o pis patilerinle halılara bas olacak iş değil.. çok yüz verdi bacılarım bu minnoşa, kızıyorum ya neyse.. 4 yavrucaktan geriye 1 tane yavrusu kaldı.. bizim çelimsiz yavrularını kurda kuşa kaptırıyor hep. aldık evet içeri aldık ama bu yine kaçtı geceleri uyutmadı beni miyav miyav miyav.. ya hu seni kaplandan aslandan kurtardık bir tane bebişin kalmış.. sütün önünde pilav kuru salata arkanda. ye iç yat mübarek! gözleri hala kapalı tek yavrusu kaldı işte.. minnacık ufacık şirin bir şey.. bugün bacılarım yüzsüzlüğün dibine vur...

tebessüm

Güneş, önünde uzanan çakıllı yol ve gözlerini kısmasına neden olan rüzgardan başka yoldaşı yoktu, taşlı yolda ayaklarını sürüklerken. Zirveye ulaşmasına az kalmıştı ancak Azad nefes nefese kalmış bedenini dinlendirmeden bir adım daha atmamaya karar verdi. Yolun kenarındaki çimlere oturup sağ cebinden sigarasını çıkardı, rüzgarı arkasına alıp büyük bir gayretle sigarayı tutuşturup tüttürmeye başladı. İlk nefesi verdiğinde içinden çıkan dumanı göremedi bile, rüzgar uzak diyarlara götürmüştü çıkan dumanı. Dudaklarında buruk bir tebessüm vardı, ağzının kenarına yerleştirdi sigarasını, eğilip yerden bir avuç toprak aldı ve bir elinden diğerine dökmeye başladı toprağı. Nefes alışverişi düzene girdiğinde tekrar yola koyuldu: zirveye çıkacak, oradan köyü seyredecek ve rüzgara karşı kollarını açıp yüzünü de arkaya atacaktı. Sıkıntılı, dertli olduğu zamanlarda hep bu zirveye gelir ve zihnini boşaltmaya çalışır, doğru kararlar, doğru fikirler edinmeye çalışırdı. Yaşama amacı denilen konuda sıkı...

düşüş /la chute/

Aynı tür kurgu ve usluplarla karşılaşmaktan bunaldığım bir zamanda, daha önce tecrübe etmediğim bir anlatım şekliyle ilgimi sayfalarında yoğunlaştıran dahiyane bir Eser.. Hani başımıza bir şey gelir de hep içten hesaplarız: ne kimseye anlatabiliriz, ne de o olayı tekrardan yaşayıp olanları değiştirebiliriz... Hep o geçmiş olan ânda doğruyu mu yaptık diye merak ederiz. İşte sizin de kendinizden bir çok şey bulacağınıza inandığım nadide eserlerden birisi.

dublörün dilemması

Kardeşim hayat memat meselesi olarak gördüğü büyük bir sınavla cebelleşirken, benim kaldırımda oturup kahkahalar eşliğinde okuduğum Murat Menteşimsi kokuların buram buram yayıldığı hoş bir kitap... Öncelikle: -Kitap çok güzel; ama ben fazla beklentiler içerisindeydim bu yüzden hafifte olsa bir kırılganlık olmadı değil -Kelime oyunlarına bayıldım -Kitap için bir Roman dır diyemem.Çok farklı bir şey olmuş... Andre Gide vâri desem yalan olmaz.. bknz: kalpazanlar -{devamı 121. sayfada} yalancııııı..... sinemadan çok faydalanmış; pulp fiction senaryo mizanseni alınmışş! kitaptan kesitler: " Cennet ve cehennem hakkında ileri-geri konuşmam çünkü ikisinde de dostlarım var.(Mark Twain) " "Karanlıkta kelimelerin ağırlığı artıyor.(Elias Canetti) " "Falcı,müşterisinin göremediği bir şeyi görebilen kişidir:Onun bir budala olduğunu(Ambrose Gwinnett Bierce) " "Gençler olmayacak şeylere heveslenirler,yaşlılarsa hiç vuku bulmamış şeyleri hatırlarlar.(Hector Hugh Munro...

sokak -ta

Sıkıcı bir havayla damdan düşer gibi başlıyor. Hikayeyi toplamıyor da hayli böyle devam ediyor mesele. Kitabın ortalarına kadar görüşlerine itimat ettiğim bir kaç arkadaş sebebiyle devam ettim onlar beğendiyse vardır bir hikmeti dedim. Sonra mevzu açıldı dallandı budaklandı ilk başlardaki kasvetli havayı dağıttı derin manalı cümleler ve üzerine hayli kafa yorulmuş olduğu anlaşılan mefkureler. Metaforu kullanmış amenna ama bu kadar lüzumu yoktu sanki. Konuyu Hekimoğlundan Emine Şenlikten 3-5 tanıyoruz /sokak meselesi/ bunu fantastik polisiye ve felsefe bablarıyla yoğurmuş iyi bir iş çıkarmış diyelim.

pratikte absürdizm

yo hayır dostum yanlış okumadın her şey yazdığım gibi. tekrar okuyalım istersen: beyazıtta işlerimi hallettikten sonra sosyal aktivite olsun namına eminönüne kadar yürüyüp bi üsküdar vapuru çevirdim sonra atladık bi arkadaşla içine arkamdan takip ediyormuş ben vapuru çevirince o da hoppacadak bindi.. hacı romantizm yapalım mı dedi.. o ne la ne var aklında dedim buna.. gitti iki sıcak çay aldı rüzgara karşı içtik, işte bu dedi bunu kastediyordum.. sonra bi ****** çıkarttı bana da verdi dudaklarımızla buluştu ama yakmadık.. çok rüzgar vardı ziyan olmasın dedik.. aslında vapurlarda ****** içmek yasak biliyorsunuz her ne kadar kaptan camı açarız polis filan gelirse de elimizde söndürürüz dediysek de olmadı ikna edemedik.. beni ekmeğimden mi edeceksiniz deyince emekçi ve ekmekçinin dostu olan arkadaşım hemen denize attı sonra kendi de atladı denize attığı ******nın çöpü elinde kafası göründü "ya hacı hiç uyarmıyorsun denize hiç çöp atılır mı!!" arkadaşa bir ip fırlattım sonra ipi...

dine karşı din

Başlık tek başına kitabı özetliyor aslında. Bizim bildiğimiz ve inandığımız şekliyle dinin adı islamiyettir ve islamiyet adı altında bir takım karşı dinlerde mevcut.. Şu h.z İsa'nın havarilerinden olan yahudi dönmesi hristiyan bir zat vardı ismini anımsamıyorum. İncildeki bir takım kuralları ilga edip yerine o an toplumun kabul göreceği kurallar koymuştur bir nev-i kutsal kitabı tahrip etmiştir. Hak dine karşı batıl bir din öne sürmüştür. Aynı tehlike islamiyet için de var.. İslama karşı çıkanların inandığı bir Tanrı/Tanrılar vardı onlar islamiyete hiç bir zaman dinsizlikle kafa tutmadılar. Dine dinsizlik ateistlik zarar veremez bunu sadece aynı dinin değişime uğramış bir benzeri zarar verebilir.. Kitap bazı islami terimlere de dikkat çekiliyor. Allah ve Rab kelimesi mesela. Rab sahip demektir. Firavun halkına "ben sizin rabbinizim" der. Sizi ben yarattım demez çünkü o da inanır ki yaratmak Allah'a mahsustur ve Allah ın varlığına da inanmaktır dinsiz değildir. Ama siz...

godot'yu beklerken

hepimiz godot yu bekliyoruz. godot bir sembol aslında hersey olabilir. umut, tanrı veya baska birsey. absürd tiyatrosunun en önemli yapıtlarından olan godot'yu beklerken' in sahneye konuluşunun 50. yılı samuel beckett bu iki perdelik oyununu, cennetin kapısı önünde umutla bekleşen iki kişinin görüldüğü lord dunsany'nin the getterling gate oyununun parodisi olarak kaleme alır. bekett tanrının,hakikatin,anlamın saçmalığından ve yaşamda bunları bekliyor olmanın boşunalığından bahseder.edimleri ve düşünceleriyle vakit geçirdikleri ya da 'varoldukları izlenimi' veren oyun kahramanları amaçsızlık ve anlamsızlığı sergilerler yapıtta.-heidegger'in oyunu izledikten sonra : bu adam heidegger okumuş olmalı dediği söylenir. bana göre tüm zamanların en iyisi olan bu oyun 21. yüzyılda da kafamızda soru işaretleri bırakmaya devam ediyor.' * ve ayrıca godot yu beklerken: godot yu beklerken canım sıkıldı eve gittim. ocağa su koydum 10 dakikada kaynadı sonra çay demledim bira...