5 Aralık 2011 Pazartesi

ve ben şimdi kütüphanesiz bir adamım


Evdeki kitap raflarımızdan farklı bir kisveye bürünen Kütüphanenin bendeki öyküsü...


Kütüphane kültürüm 12-13 yaşlarıma dayanır.
Orta ikiye gidiyordum o sıralarda, okulun en alt katta büyükçe bir kütüphanesi vardı, duymuş, işitmiş; ama hiç gitmemiş idim. Okumayı severdim, ancak kütüphaneye girmek demek: daha önce tanımadığım bilmediğim bir mekana girip orada hiç yabancı değilmiş numarası yaparak dolanmak, mümkünse insanlara da tebessüm edebilmek anlamına geliyordu. En azından benim için, hem çocuktum hemde bazı psikolojik sorunlarım vardı. Tabi kimin yoktu ki, hepimizin çocukluğunda bir kedi kesmişliği vardır... Hasılı bir türlü cesaretimi toparlayıp giremiyordum oraya, aynı şekilde liseye giderken de ilk sene kantinden bir şey alıp yiyememiştim, ikinci üçüncü yıllarımda kantinden bir şeyler alıp yiyebilme alışkanlığını kazanabilmiştim. Yine bir gün en alt katta dolanırken kütüphanenin kapısını açık gördüm, kapıyı öyle açık görmemle içeri bir anda "düşünmeden, hesap kitap yapmadan, çizdiğim planları bile bile evde unutmuşum" içeri dalmam bir oldu. Hemen hiç bir şey yokmuş, her şey olağanmış gibi raflara doğru yürüdüm. Hayret kimse bir şey demiyordu, tam rafların önüne geldiğimde usulca kafamı çevirip etrafa baktım, ne var ne yok, bana bakan var mı, elime kitap alsam beni döverler mi diye tepkileri ölçmeye çalışıyordum. Sonra elimi raflara uzatıp ilk kitabımı almış oldum. Aldığım kitap neydi, şu an inanın anımsamıyorum ama ya Jules Verne'nin kitaplarından birisidir ya da yine herhangi bir macera romanıdır. Eminim çok eminim hemde, evet Raskolnikov'la tanışmam da orta ikide olmuştu; ama ondan önce bir kaç kitap okumuştum.
Mesela:
Denizler altında yirmi bin fersah, kaptan nemo, hayranım sana be adam!
İki yıl okul tatili: bu harikaydı ya, hayalimde hep öyle şeyler yapmak vardı, hatta ve hatta şimdi hatırladım, ben bu kitaptan sonra öykü bile yazmıştım 7/B li maceracılar diye, sekiz sayfa filandı, ne oldu acaba o öyküme, bizim sınıftakileri kullanarak bir ada sujesiyle çılgınca şeyler yazmıştım, anımsıyorum.
Robinson Crouse hatta İsviçreli Robinsonlar diye de ayrıca bir kitap okumuştum, Kahraman Kuş, E.Nesbit'in kitabıydı hiç unutmam.
Sonra Mercan Adası vardı, ne şeker kitaptı o öyle...
Şeker portakalı; Zeze'yi de o esnada okudum... Belki gülebilirsiniz ama Maksim Gorki'nin Ana'sını da tam bu yıllarda okudum. Ne anladığıma gelince, o anda belki çok şey değil, ama okuduklarımı unutmadığım için ilerleyen yaşlarımda ne okuduğumun da idrakine varmış oldum.
Sonra Üç Silahşörler, ertesi gün iade ettiğimde okuduğuma inanmamıştı kütüphaneci, bana anlattırmıştı hatta, komikti; çünkü herhangi bir sayfa açtı iki cümle okudu ve bana hadi devam et dedi, yok artık! ezberlemedim sadece okudum şapşal seni. ha-ha
Pal Sokağı Çocukları, bu kitaptan sonra kavga çıkarmıştım, Nemeçek... Şu an bile bu ismi hatırlamak beni ağlamaya yaklaştırır. Cidden ağlarım bak, geçiyorum bu kitabı.
Orhan Kemal! Evet evet o bıcır yaşta Orhan Kemal de okudum, "bereketli topraklar üzerinde" mesela, eh pek de yaşımla bağdaşmayan şeyleri erkenden görmüş ve anlamaya çalışmıştım, ama pek bir zararı olmadı bunların bana. Ömer Seyfettin ve türevleri. Hatta anımsıyorum bir kaç kalın kitabı da, Andre Malraux'un "umut" kitabını mesela okumaya ant içmiştim o günlerde. Biraz çocukluk biraz da okumaya olan açlık dolayısıyla ortaya çıkan ilgi çekici bir tablo, her güne bir kitap kampanyası gibi bir şey olmuştu.
Tom Amca'nın Külübesi'ni okuduğum için faşist olamadım belki de! Liste uzayıp gider böyle, her kitapta ayrı bir dünyanın kapısı açılıyordu ufkuma ve bu bana o kadar cazip geliyordu ki bir türlü vazgeçemiyordum okumaktan. Takıntı, hastalık, aşk... Hangisini tercih ederseniz, ben aşk demeyi yeğliyorum.
Ortaokul bitti. Lgs'ye girildi. Beni zorla soktular sınava, esasında sınavdan haberim bile yoktu, Lgs nedir bilmezdim bile, bizim zamanımızda bu kadar bilinçli değildi insanlar, gerçekten bak, okulumu birincilikle bitirmiştim, ortaokulu yani, bir kaç birinci vardı 4.96 ortalamayla; ama yine de haberdar değildim böyle bir sınavdan. Benim sınav formunu müdür saklamış, sonradan verdi bana al doldur şunu sınava gir diye; böylesi bir cehalet.
Umrumda değildi Lgs, okul ortalamamla süper liseye gidecektim. Mahalleden bir abi vardı, nevzat ayaz süper lisesine gidiyordu. İçinde süper kelimesi de geçince aklım çelinmişti zaten kaç yıl öncesinden takmıştım ben nevzat ayaza gideceğim diye. Hasılı istediğim yere gittim, evime çok uzak değildi lise, buna rağmen yatılı yurtta kalmayı tercih ettim. Din diyanet namaz abdest kur'an gibi şeyleri öğrenmek ve uygulamak naif ruhuma her zaman iyi gelmiştir. Öncesinde yurdun kütüphanesini sömürmeye başladım. Okulun kütüphanesi gösteriş amaçlıydı zaten, kitap alamazdık bile. Yurtta dünya klasikleri hususunda kayda değer bir zenginlikle karşılaştım. Bordo Mavi ve Kum saati yayınlarından ne çıkmışsa okudum diyeyim de bu fasıl kısa sürsün. Yoksa bütün listeyi önüze serip sizleri sıkmak istemem. Ama "budala"ya "delikanlı"ya "anna karenina" ya "savaş ve barış" a da şöyle bir selam vermeden geçmek istemem.
Başta Rus edebiyatı olmak üzere bir çok alanda pek çok kitap okudum bu vesileyle. Sonrasında Ümraniye Haldun Alagaş'ın içerisine yeni bir devlet kütüphanesi kuruldu. Hemen kayıt yaptırdım ve yeni kitaplar edinmeye başladım. Bu yeni kütüphanenin bana getirisi romanlar olmuştu, daha çok bilimkurgu, macera, fantastik türüne munhasır romanlar, Robin Cook gibi. Bazı saçma kitapları okumamam gerektiğini de bu dönemde öğrendim. Çöp öğütücü değildim ben, her önüme geleni okuyamazdım. Ve o kadar çok saçma sapan kitap vardı ki... Lise hayatım devamlı bir okuma telaşesi içinde geçti, öss ye bile okuyarak hazırlandım neredeyse. Yabancı dil bölümündeydim, yetenekliydim o yüzden fazla çalışmazdım. Yatarak da üniyi kazanırım mantığı vardı o dönemde de, ama ben yatarak değil okuyarak kazanmayı tercih ettim. Bölümüme de katkısı olsun diye ingilizce kitaplar okumaya başlamıştım. Dershaneden temin ettiğim orijinal kitapları da üç günde okuyup iade etmeye başlamıştım, Mark Twain imzalı bazı eserler; A Tramp Abroad, Sophie's World, Neverendingstory bunlardan bazıları.
Ve düşündüğüm gibi olmuştu. Öss'yi okuyarak kazanmıştım, okumak iptiladır müptelalara selam olsun, öncelikle Cemil Meriç'e tabi. Çok severdim Meriç'i o dönemlerde, hala da sever ve sayarım. Çok iyi bir okuyucudur hepinizce malum. İşte fakülte tercihlerimi yaparken onun İ.Ü fransız dili ve edebiyatı mezunu olduğunu öğrendim, sonra da İsmet Özel'i de ekledim bu listeye, o da fr mezunuydu. İlk sıradan i.ü fr dil edebiyatı yazıp kendimi i.ü ye atıverdim. İkinci sıraya da Galatasaray fr yi yazmıştım ha-ha
Edebiyat fakültesinde nasıl kitap alınır ne yapılır ne edilir pek bilmem, öğrenemedim de. Üni yıllarımdaki en büyük sömürü kaynağım Orhan Kemal İl Halk Kütüphanesi olmuştu. Bu kütüphanede kimlerle tanışmadım ki... Yusuf Atılgan'dan Oğuz Atay'a; Bozkırkurdu'ndan Oblomov'a, Orhan Pamuk'tan Balzac'ın bütün romanlarına kadar aklıma gelebilecek (okuduğum ne kadar kitap kaldıysa geriye) bütün kitapları bu kütüphaneden temin edip okudum.
Kütüphanelerin en büyük güzelliği insanı devamlı okumaya teşvik ediyor oluşu ve tevafuken bir çok kitabla karşılaşıyor olmamızdan mütevellit, şunu da okuyayım aman şunu da şunu da girdabına kendimizi kaptırabiliyoruz. Bu zaten okumayı seven bünyeler için önüne geçilemez bir akış sağlıyor ki bu etkiyi ancak ve ancak kütüphaneler temin edebilir kanaatindeyim.
Ve ben şimdi kütüphanesiz bir adamım... Mezun oldum ve bütün bu ortamların uzağına düştüm. Yakın civarlarda yeni bir kütüphane temin etmem lazım. Çünkü okumak istediklerimi alacak param yok, olsa da yetmez sanırım.
Steven demişti ya hani: "aç kal, budala kal, ama kendin kal" diye. Ben de diyorum ki aç kalmayın, kitapsız da kalmayın...

Şevket B.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder