Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

bit pazarına gidelim.

Evet biliyorum, çok alakasız ve bu yazılanları okuyanları hiç ilgilendirmeyen konular üzerine yazacağım. Yukarıdaki cümleyi okuduktan sonra hala okumaya devam ediyorsanız, yazacaklarım hakkında  itiraz etme hakkına sahip değilsiniz. Dostum, umarım sen de okuyorsundur, eve hırsız girdikten sonra düzenim hayli bozuldu, pc'ler çalındı bütün yazılarım, notlarım, denemelerim ve yıllardır biriktirdiğim hatıralarım göçtü gitti. Şimdi iş yerindeyim, akşamları çıkıp eve gidiyorum, sonra hazırlanıp dışarı çıkıyorum: sosyalleşmeye çalışmak gibi yaparken yorulan bedenler. İşte bütün bunlar yaşanırken (ki aslında hiç bir halt anlatmış değilim henüz, okuyucu: ne yaşandı ulan! dese haklıdır da hakkıdır da) ben evin düzenini kaybettim, kim neredeydi hangi mektubu nereye bırakmıştım ve ben mektup yazarken hangi kalemi kullanırdım, bütün bunları unuttum dostum. Biraz zamana ihtiyacım var dedim, atlatırım alışırım et cetera... ertesi gün işe alındım, bir anda, pat diye, çok acımasızcaydı, bütün...

felsefenin tesellisi - alain de botton

Keyifli olsun, sıkmasın, muhtevası ciddi şeyler anlatsın, sanki doktora yapıyormuş gibi ağır konuları işlesin, öğretsin, vursun, kırsın, çarpsın... Çoğu insanın hayalindeki kitap profili böyledir. bu profili arayanlar için en uygun kitap da budur.  Gel gelelim kitabımıza:  Öncelikle bir Alain de Botton yapıtı!  (((eko))) 6 büyük filozofun hayat felsefesini ele almış, bu arada hayat felsefesi ne kadar garip bir tamlama; benim felsefem şu, benim felsefem bu; bu benim ideolojimdir, şu da senin. Belki de böyle olmayacaktı, topluma ayak uyduralım derken bileğimizi bükmüş olabiliriz.  Hasılı filozoflarımız: sokrates ;  epikuros ;  seneca ;  montaigne ;  schopenhauer ;  nietzsch e. Kitaptaki her üstadla Nietzsche hariç, yüz yüze oturup sohbet etmek isterim. Niçe de bıyıklarından kaybediyor, ciddi konuşamam onun karşısında.  Dağınık bir inceleme oldu,(belki de olmadı bile, bugün havamda değilim) bir kaç not ekleyip bitireyim: ...

sineklerin tanrısı - william golding

    Çocuk yaşta, çocuk romanları okunur azizim. Ne bileyim Jules Verne oku olmadı Jack London oku, duyuyorum, duyuyorum bağırmayın boşuna, evet bu kitaplar sadece çocuklar için değil ancak bu kitaplar en fazla keyif çocukken alınır. Şahsımdan biliyorum ha-ha...     İşte öyle çocuk sayılabilecek bir yaştaydım, bittabi 15 ne kadar çocukça kabul edilir bilemem, hasılı kelam böyle kapağını ve siyah küçük çocuk siluetlerini görünce: aha! yeni bir okul serüveni! ben bunu okumalıyım aga diye kendi iç sesimle muhasebe yaparken kitabı elime almış, sonra da kütüphaneye kaydını yaptırıp yurdun yolunu tutmuştum.     Daha sonra üniversite yıllarımda arkadaşlarıma şiddetle tavsiye ettiğim bir kitap olmuştu, çocuk kitabı yanılgısına düşmüştüm düşmesine de kitabın muhtevasını ve ağırlığını fark edemeyecek kadar da çocuk değildim, elimde enteresan bir kitap tuttuğumu fark ettiğim zaman yarısından çoğunu bitirmiş ve zihnimde bir "pal sokağı çocukları" ; "sineklerin...

notre dame'ın kamburu - victor hugo

Her kitapta bir aşk hikayesi olmalı, insan ihtiyaç duyuyor buna, dikkat edilmesi gereken tek şey kitaplardaki bu aşk hikayelerinin kitabın merkezine oturmaması... Cümle biraz düşük oldu geri dönüp düzeltmek yerine şöyle açıklamaya devam edeyim, efendim şimdi yazar bize bir aşk öyküsü sunuyor, amenna... bu demek değildir ki elimizdeki kitap bir aşk romanı etc... Sadece kitapları daha çekici kılmak için, insanın merak etmekten hiç bir zaman vazgeçmeyeceği aşk temasını kitaba yerleştirmekten ibaret klişe bir yazarlık taktiği. Notre Dame ın güzelliği, aşk öyküsünün harükulade oluşunda gizli. Esasında Fransa'nın karanlık dönemlerini anlatmak için kaleme alınmış bu eserde seni beni onu bunu içine çeken ve kendine bağlayan, akıllarda unutulmaz bir tat bırakan aşk öyküsü, işte bu aşk öyküsü, ah ulan aşk öyküsü. Yani bazan derler ya: "Ne desem bilemedim şimdi" diye, öyle bir haldeyim. Çünkü bu pek izah edilebilecek bir aşk değil. Esmeralda, güzelliği herkesin dilinde olan dilbe...

minyeli abdullah- hekimoğlu ismail

Ne derler bilirsiniz. Namuslu adamlar her zaman mutludur! aslında kimsenin böyle bir şey dediği yok, ancak bundan sonra böyle denilebilir, denilmeli. Minyeli Abdullah'ın tek mülkü hamallık yaparken taşıyacağı yükleri sırtında sabitleştirmek için işine yarayacak olan ipi ya da urganı. Başka hiç bir şeyi olmayan bu adamın mutlu olmasının yegane sebebi de namuslu olması. Klasik bir türk romanı sayılabilir, yine de kendi döneminde yazılmış olanların en güzellerinden birisi, belki de en güzeli. Uzun zamandır bu minvalde bir şeyler okumuyorum, çünkü böylesine okunabilecek kitap sayısı artık nadirattan. İnsanlara nasihat vermenin ötesinde bir çok kitap farklı alanlara yönelmiş durumda... Fastanstik edebiyat, pop kült edebiyat, gelip geçici edebiyat, anlık, çerez, çay yanında etc... Edebiyatı günlük tüketilen bir nesne haline getirdiğimiz için pek bir faydası dokunmuyor günümüzdeki kitapların... Bir arkadaşın dediği gibi kitapları bile artık üst üste dizip yeni çıktı bunlar diye satan ki...
"kendi kendine acıma. kendi kişiliğinin ve varlığının aslında ne kadar da biricik olduğuna inanma. duyduğun aşkın gücünün anlaşılmamasından yakınma. biliyor musunuz, ben bir zamanlar bir kitap okumuştum, bir kıza aşık olmuştum, derin bir şeyler yaşamıştım. beni anlamadılar, kayboldular, acaba ne yapıyorlar?"