Ana içeriğe atla

büyüklerden dinliyoruz /99/

    Nurgül şimdi kırk beş yaşında, o zamanlar Nurgül bile yoktu. Çağlayan'da oturuyoruz, Bokludere dedikleri yerin biraz yukarısında, o arsız yokuşun ortalarında.
 
   Köyden İstanbul'a ineli bir kaç yıl olmuş. Deden geceleri Akşam Gazetesinde çalışıyor, evde yalnızım sadece baban var o da beş yaşlarında.

   Toprak kavgaları olurdu eskiden, hala devam eden kavgalardan birisi de bizim köyün yayla meselesiydi. Zunlular vardı bizim bu yaylaya talip, insanlarını hiç sevmediğim bir ahali. Yapmadıkları çirkinlik, etmedikleri kötülük kalmadı yaylayı elimizden almak için. Ama pes etmedik yayla hukuken de bizim olmuştu. Bu Zunlular yine de ellerinden gelen kötülüğü artlarına koymamakta kararlıydılar. Her yaz yayladaki göç köye indikten sonra, Zunlu erkekler toplanır yaylaya iner ve Çakmak köyünün yaylaya yaptığı evleri yıkar, taş üstünde taş komazlardı hatta bir defasında camiiyi bile yıkmışlardı.

   Kan akıtmaktan bile çekinmiyorlardı, bizim köyün erkekleri de silahlıydı hep, çatışmalar çıkıyordu toprak uğruna. İşte o belirsiz günlerde İstanbul'a göçtük, Çağlayan'a. Gecekondu ayarlamıştı deden, bizden altı ay önce gelip Balat civarında önce hamallık yaparak, ardından bir kahvede çıraklık ederek, sonrasında da kahve sahibi olarak rızkımızı temin etti. Ekmekli adamdı deden, Allah rahmet eylesin. Bizi İstanbul'da da rahat bırakmadılar. Çağlayan'daki Zunlular geceleri evlere baskın yapalım namus davası gütsünler laf söz çıksın diye ortalığa bir dedikodu yaymışlar. Deden geceleri çalışıyor demiştim, bizim evi basmaya niyetlendikleri belliydi. Deden hemen bir Beretta ayarladı yanına da üç şarjör mermi, al bunları hatun yanı başından hiç ayırma, gece bir ses duyarsan cazırdat gitsin mermileri. Sonra zamanla tabancayı kullanmayı da öğretti bana.

  Ahmet abi, Naime dikkatli ol sizin evin etrafında adamlar dolanıyor, kimdir nedir bilmem ama pek sık görüyorum diye uyardı beni. Geceleri uyuyamıyordum zaten, babanla ilgilenir, evi düzenler, yemeği pişirir, dedene de sefer taslarını hazır ettikten sonra yapacak bir işim kalmazdı. Ama akşam olunca tedirginlikten uyuyamazdım.

  Yine bir gece dedeni işe yol ettim. Babanı da uyuttuktan sonra dinlenmek için odaya geçtim. O sırada dışarıdan ayak sesleri gelmeye başladı, gecekondunun kırık bir camı vardı, yarısını bezlerle kapatmıştık, onun takır tukur diye çıkan seslerini duydum. İçeri gireceklerdi, anlamıştım. Hemen yatağın kenarındaki çekmeceyi açtım, içinden silahı çıkarıp ilk şarjörü silaha sürdüm. Camın kenarına gidip beklemeye başladım. Korkudan ellerim titriyordu, camı açıp ateş etmek istedim. Ama camı açarsam tabancayı elimden alırlar diye korktum, yine de camın kenarını hafif aralayıp tabancanın uç kısmını dışarıya doğrulttum. Sonra kıyamet başladı, cayır cayır mermileri sıkmaya başladım. İlk şarjör bitince ikinciye geçtim, tabancanın ucunu daire çizerek çeviriyor bir yandan da mermileri boşaltıyordum dışarıya doğru. Üçüncü şarjöre geçtiğimde Süleyman amcan ve Osman eniştenlerin evlerinin ışıkları yandı, koşun evi bastılar abi diye bağırdım. Ortalıkta kimse kalmamıştı son bir adamın duvardan atladığını gördüm, koşarken, canına yandığımın karısı beni vuracağdı az kala diye bir küfür savurduğunu da duydum. O oldu daha kimse gelmedi, kime rahatsız etmedi bizi. Ama aksilik bu ya bizde tabanca olduğu duyulmuş, şikayet etmişler...

  Jandarma cipleri kapının önüne doldu hemen ertesi gün, sandıkları tencerelerin içlerini, bohçaları... Her yeri didik didik aradılar, her taşın altına baktılar. Deden duvardaki tuğlalardan birini kesmiş, tabancayı onun içine saklamış üzerine de tekrar sıva yapmıştı. Bulamadılar o yüzden. Eskiden derlerdi böyle aletler var duvarın içindeki metalleri bile buluyor diye, ama yoktu o aletlerden sadece jandarmalar aramışlardı, bulamadılar hiç bir şey geri döndüler... Babanın lise çağlarında da baskın yemiştik jandarmadan, baban bütün kitaplarını yakmıştı jandarmalar gelecek diye, çünkü okumak yasaktı o zamanlarda, hapse girmemek için hiç bir kitabı okumayacaktın.
 
Şevket Bıdı 18.01.2012

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bülbülü Öldürmek 2019

Bülbülü Öldürmek... Uzun zaman sonra bir kitabı bitirebildim, özlemişim eski günlerimi, pek çok kitap okuyorum aslında ama artık hep araştırma tarzı ansiklopedi ya da makale türü olduğu için kitap okumuş saymazdım kendimi.  Kayınçomun elinde gördüm kitabı ilk, "abi bu kitabı okuyorum, tavsiye ederim, güzel kitaptır" dedi. Baktım daha çeyreğini okumuş, kapağı ve kitabın ismi çok hoşuma gitti. Nobel almış olması pek önemli değil benim için biliyoruz ki siyasi sebeplerden de verilebiliyor nobeller. Zihnimde yer etti ilk fırsatta okuyayım derken bir baktım arşivimde epub olarak duruyormuş sevgili roman, hemen elimdeki e-okuyucuya uygun hale getirip okumaya başladım. Üç gün sürdü çünkü başlarda biraz sıkıldım, pişman oldum başladığıma, ısrarla devam ettim, yarım bırakmak istemedim, sonra kitap toparlandı, ayağa kalktı ve koşmaya başladı ve kitap bittiğinde evet bu bir pulitzeri de hak etmiş dedirtti. Kendi dönemini çok iyi yansıtan kitaplardan okuması zevkli ama gözümde...

2011'i birlikte geçirdiğim kitaplar

1 Swann'ın bir aşkı Marcel Proust Proust'u tanımayan kalmamalı, okuyom ben yaa diyen herkesi bekleriz. 2 Aşkın suçları Marquis de Sade Sadizm kelimesi kökünü bu adamın soy isminden alıyor, o kadar manyak o kadar yavşak ve o kadar da ahlaksız bir insan. 3 Dünyanın bütün sabahları Pascal Quignard Pascal'ın  felsefeyle olayları bir araya getirip harmanlaması ciddiye alınmalı hatta on liraya kıyılıp bu kitap da gidilip sahaflardan alınmalı 4 Umami Nuarıklı Üniden bir hocam vermişti yazarı arkadaşıymış, keyiflik bir şey, siz okumayın. 5 Godot'yu beklerken Samuel Becket Ooo sembolizm, Godot candır canandır her şeydir. Ölmeden önce okuyun efendim. 6 Eylembilim Oğuz Atay Üniversite olayları, polisler kafa kırmalar ölümler, olaylar olaylar 7 Ruh adam Nihal atsız Mutlak seveceksin... Atsız ın psikolojik analizler konusunda doktora yapmaya çalıştığı eseri, çok başarılı değil ama yine de güzel, okunabilir. 8 Matmazel Noraliya'nın koltuğu Peyami Safa Peyam...

Hiç,Hep,Bir

Güneşe direnebilen bir seni gördüm, ışınların içinden geçerdi bakışların ya da gözlerinde toplardın güneşi, bakamazdım kamaşırdım. Kimi zaman ağlardım, sorduğunda; “sen kaçtın!” derdim. Çenemden tutardın sol elinle, var gücünle destek olurdun bana ama başım hep eğik kalırdı kaldıramazdım. Sonra sen de başını eğerdin, alnını omzuma kor yine sol elinle yanağımı okşardın. Nefesin ruh gibiydi sen soludukça, ben hissettikçe: canlanırdım, yaşardım. Şevket derdin ama edemezdim, Azad’sın derdin hayır senin kölenim derdim, İsmail derdin, sana kurban derdim, Abdulkerim derdin, susardım, sarılırdın. Gözlerimi açardım, puslu bir görüntü sonra arşıma diz çökmüş siluetini hissederdim. Omzumdaydın, yanağımda ve ruhumda. Sonra görmeye başladım sol elini ve dizlerini, ama puslu ve tuzlu, bilmem kaç zaman böyle durduk.. Sağ elimi kaldırdım ve yanağımdaki elini tuttum, başını omzumdan çektin ve usul usul gözlerinle gözlerimi aradın.. Gözlerin gözlerime değdiğinde ben “hep”tim ya da “hiç” zaten “bir” değ...