Ana içeriğe atla

3 pasaj

Oysa ki kar yağıyor; tv'ler, radyolar bangır bangır anons yapıyordu: yerler buz, lütfen hız yapmayın, dikkatli kullanın! diye... Arkadan çarpan tırın etkisiyle 97 model tofaş marka otomobiliyle çoktan Boğaz Köprüsü ve Marmara Deniz'i arasında bir yerlere varmıştı Şevket. Bir kaç saniye sonra suya çakılacaktı. Çarmanın şiddetiyle olsa gerek biraz bilinç kaybına uğradıysa da, düşerken otomobilin camlarını kapatmış ve içeriye su dolmasını beklemeye başlamıştı. Düşerken tahayyül etmişti her şeyi: camlar kapanacak, suyun içeri dolması beklenecek ve arabanın üst kısmında kalan oksijen ciğerlere çekildikten sonra usulca sol kapıyı açıp denizin yüzeyine doğru yükselmeye başlayacaktı. Bütün bunları yaptı, arabası denizin dibini boylarken kendisi aksi istikamette yükseliyordu, kafasını suyun üzerine çıkarıp, İstanbul'un gece elbisesini ve Boğaz'ın insanı aşka getiren o güzelliğini görünce her şeyi unutup tekrardan İstanbul'a aşık oluverdi.
Sen ne güzel şehirsin kız.

------------------------
Hani sen de bilirsin: bizim o eski püskü, basık üniversite binasına giderken her zaman önünden geçtiğimiz ahşap bir bina vardı. Onu, elinde baston ama yılmadan belini dik tutarak yürümeye çalışan yaşlı amcalara benzetirdim. Bir gün o da göçecekti tahtalı köye...
Hafif yola doğru eğrilmiş duvarları, çatısından taşan kalaslar; her an yere düşecekmiş hissi uyandıran... Sonra bir de o küçük balkonu, alttan iki kalasın desteklediği. Orada çay demler, nargileyle içip sohbet ederdi belki de insanlar. Gelip geçenleri izlemenin verdiği keyif de cabası. İşte geçen akşam arkadaşlarla üniversite civarında bir yerlerde buluşalım demiştik, yine oradan geçecektik, her geçişimde belki de bu Onu son görüşüm olacak derdim içten içe... Göğü saran dumanları görünce adımları sıklaştırdık, sonra türk olmanın verdiği bir içgüdüyle olay mahalline hızla ulaşıp bütün mevzuyu izlemeyi kafaya koymuş gibi koşmaya başladık. Yanıyordu, o senin de bildiğin ahşap bina yanıyordu. Etrafta insan bağrışmaları, ben biraz mesafeli uzaklıkta, ilginç bir gönül huzuruyla seyre dalmıştım yanışını. Yandıkça güzelleşiyor gibiydi, inanmazsın, bütün o ahşap duvarları yanmaya başladığında öyle bir güzelliğe büründü ki, yeni gelin, allı gelin gibiydi. Utançtan yüzü kıpkırmızıydı sanki, örtüsü düşmüş de güzelliği insanlar tarafından keşfedilmiş diye, kırmızı bir utanç. O mutlu, ben mutlu, insanlar telaşlı... Tebessüm ederken insanlardan sakındım bir an, böyle bir durumda üzgün durmak lazımdı, ama ben mutluydum: çünkü Onu son kez görebilmiştim, hemde en güzel haliyle.

-----------------------------
Güneşin batışını da arkasına alan vapur (fr kökenli su buharı anlamına gelen bu kelime Türkçe'mize çok şık bir şekilde geçmiş ve uzun zamandır bizimle yaşıyormuş gibi İstanbullular tarafından sahiplenilmiştir.) lastiği patlamış bir araba gibi, suya gömülmüş bir halde sola çekerek yaklaşıyordu Üsküdar İskelesine... Akşamın gelişini haber veren, dağların ardından sızan kızıl güneş ışınları manzarayı dünyanın en güzel portresi haline getirmişti. Vapurun hemen sol yanında dünyanın en güzel kızı: kız kulesi, altında dalgalı, kabaran ve yakın civarını vapurun motorunun da etkisiyle köpüklere boğan Marmara Denizi... Ve vazgeçilmez martı sesleri. Akşamın ayazına rağmen içimi ısıtan bir manzaraydı bu. Görevli kapıyı açtığında vapur on dakika daha bekleyecek olmasına rağmen koşan insanların arasında usul usul yürüyen bir ben, neden koşuyorlar ki düşünmedim bu defa. İstanbulun en güzel imgesi olan vapura koşuyorlar işte, benden daha çok seviyorlar onu, benden daha çok özlemişler. Vapura binip merdivenlerden yukarı, vapurun en üst salonuna doğru çıkmaya başladım. Açık alanda oturmak istedim bir an, bütün soğuğu ve usul usul yağmaya başlamış olan karı yüreğime yakın tutmak için: "belki" dedim, "belki bu son vapura binişimdir, neden en güzel haliyle yaşamayayım ki" Ellerimi sıcak nefesime yaklaştırıp zamanın güzelliği ile kendimi ısıtmaya çalışırken, gözlerimle de gülmeye çalışıyordum.
İşte benim her vapur seyahatim böyle geçiyor sevgili dostlar.



Şevket Bıdı

Yorumlar

  1. Guzel bir blog cok begendim

    Sevgiler
    http://acimaninsanatguncesi.blogspot.com/

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bülbülü Öldürmek 2019

Bülbülü Öldürmek... Uzun zaman sonra bir kitabı bitirebildim, özlemişim eski günlerimi, pek çok kitap okuyorum aslında ama artık hep araştırma tarzı ansiklopedi ya da makale türü olduğu için kitap okumuş saymazdım kendimi.  Kayınçomun elinde gördüm kitabı ilk, "abi bu kitabı okuyorum, tavsiye ederim, güzel kitaptır" dedi. Baktım daha çeyreğini okumuş, kapağı ve kitabın ismi çok hoşuma gitti. Nobel almış olması pek önemli değil benim için biliyoruz ki siyasi sebeplerden de verilebiliyor nobeller. Zihnimde yer etti ilk fırsatta okuyayım derken bir baktım arşivimde epub olarak duruyormuş sevgili roman, hemen elimdeki e-okuyucuya uygun hale getirip okumaya başladım. Üç gün sürdü çünkü başlarda biraz sıkıldım, pişman oldum başladığıma, ısrarla devam ettim, yarım bırakmak istemedim, sonra kitap toparlandı, ayağa kalktı ve koşmaya başladı ve kitap bittiğinde evet bu bir pulitzeri de hak etmiş dedirtti. Kendi dönemini çok iyi yansıtan kitaplardan okuması zevkli ama gözümde...

2011'i birlikte geçirdiğim kitaplar

1 Swann'ın bir aşkı Marcel Proust Proust'u tanımayan kalmamalı, okuyom ben yaa diyen herkesi bekleriz. 2 Aşkın suçları Marquis de Sade Sadizm kelimesi kökünü bu adamın soy isminden alıyor, o kadar manyak o kadar yavşak ve o kadar da ahlaksız bir insan. 3 Dünyanın bütün sabahları Pascal Quignard Pascal'ın  felsefeyle olayları bir araya getirip harmanlaması ciddiye alınmalı hatta on liraya kıyılıp bu kitap da gidilip sahaflardan alınmalı 4 Umami Nuarıklı Üniden bir hocam vermişti yazarı arkadaşıymış, keyiflik bir şey, siz okumayın. 5 Godot'yu beklerken Samuel Becket Ooo sembolizm, Godot candır canandır her şeydir. Ölmeden önce okuyun efendim. 6 Eylembilim Oğuz Atay Üniversite olayları, polisler kafa kırmalar ölümler, olaylar olaylar 7 Ruh adam Nihal atsız Mutlak seveceksin... Atsız ın psikolojik analizler konusunda doktora yapmaya çalıştığı eseri, çok başarılı değil ama yine de güzel, okunabilir. 8 Matmazel Noraliya'nın koltuğu Peyami Safa Peyam...

Hiç,Hep,Bir

Güneşe direnebilen bir seni gördüm, ışınların içinden geçerdi bakışların ya da gözlerinde toplardın güneşi, bakamazdım kamaşırdım. Kimi zaman ağlardım, sorduğunda; “sen kaçtın!” derdim. Çenemden tutardın sol elinle, var gücünle destek olurdun bana ama başım hep eğik kalırdı kaldıramazdım. Sonra sen de başını eğerdin, alnını omzuma kor yine sol elinle yanağımı okşardın. Nefesin ruh gibiydi sen soludukça, ben hissettikçe: canlanırdım, yaşardım. Şevket derdin ama edemezdim, Azad’sın derdin hayır senin kölenim derdim, İsmail derdin, sana kurban derdim, Abdulkerim derdin, susardım, sarılırdın. Gözlerimi açardım, puslu bir görüntü sonra arşıma diz çökmüş siluetini hissederdim. Omzumdaydın, yanağımda ve ruhumda. Sonra görmeye başladım sol elini ve dizlerini, ama puslu ve tuzlu, bilmem kaç zaman böyle durduk.. Sağ elimi kaldırdım ve yanağımdaki elini tuttum, başını omzumdan çektin ve usul usul gözlerinle gözlerimi aradın.. Gözlerin gözlerime değdiğinde ben “hep”tim ya da “hiç” zaten “bir” değ...